Hayat devam ederken

Bugün
 
Sabah uyandım, erkenden. Oğuz'un da erken çıkması gerekiyordu hem. O benden önce çıktı. Ben 8:15 sularında evden ayrıldım. Normal zamanda 8:45 gibi çıkıyorum. Evden çıktığımda hava sütlimandı, serince ama duru. Azıcık da rüzgar var. Aile hekimimin muayenesinin önüne geldim. Sıra numaramı aldım. 1 numarayım. Güzel. İşe çok geç kalmayacağım. İçerisi çok sıcak olduğu ve üzerimdeki montu çıkarmaya üşendiğim için dışarı çıktım. Kapının önündeki banka kuruldum, bir su damlası elmacık kemiğimin hemen üzerinde. Hay allah, yağmur mu? Biraz sonra doktoru gördüm. Geliyor. İçeriye girdi, önlüğünü giydi, bembeyaz. Beni çağırdı. Ben dediysem adımla değil elbet, unuttun mu? O an için ben 1 numarayım. Tiroid hormonlarımın ölçümü yapılacaktı, 3 ay önce bu tahlili yaptırmam gerekiyordu aslında, biraz geciktim kusura bakmayın dedim. Bembeyaz önlük beni anladığını kafasını sallayarak belirtti. Bilgisayara döndü. Yazdı yazdı ve en sonunda tıkladı. Hemşire "hadi benimle gel" dedi. Peşinden gittim.
 
Sabah böyle başladı. Durgun bir hava. Sonrası epey fırtınalı. Rüzgar çok, ama çok kuvvetli. Sanki çatılar uçtu uçacak. O derece. Biraz önce Oğuz aradı, gökkuşağı çıktığını söyledi neşeyle.
 
Dün
 
Eve gelmeden önce çarşıya gittim. Motorla. Giderken Davut'u gördüm, durakta dolmuş bekliyor. Atla dedim, çarşıya gidiyorum nasılsa. Bankaların orada bıraktım onu. Motoru nereye bıraksam diye Oğuz'a sormuştum, "Recai var bizim işyerinin orada, otoparkçı, onu bul beni söyle". İyi de Recai o saatte gitmiş, bakkal var sadece, bakkalın gözü önüne park ettim, kaskı da kır saçlı bakkal amcaya bırakıverdim, elimde taşıyacak değilim ya. Çarşıda ilk işim telekom bayisi. İnternet paketimizi değiştirdim. Oradan çıktım. Kaç zamandır istediğim ama bir türlü bulamadığım postallarımı buldum. Nihayet. İşlerimi bitirdiğime göre artık eve dönebilirim.
 
Yemekte ıspanak var. Yesem mi yemesem mi? Yedim. Ve bilgisayarımın başına geçtim. Bir süredir boş zamanlarımda -ama özellikle iş saatlerimde- nefes almak adına, kendimi iyi hissetmek, enerji ile dolabilmek, ne okuyacağıma karar vermek, ne izleyeceğimi kestirebilmek ... İşte bunun gibi bir sürü şey için Endişeli Peri'yi okuyorum. Kendisini bir yerde pusula gibi kullanıyorum. Hoşgörsün beni. Cebimde taşıdığım bir yol gösterici gibi. Edilgen olduğum zamanlarda özellikle, hareketlerimi kısıtlayan ve ne olduğunu tam kestiremediğim ama kendi kendime edindiğimi de çok iyi bildiğim engellerin süpürgesi o benim için. Geçen gün izlediği bir film vardı, oturdum onu izledim. Nothing Personal. Avrupa Sinemasını severim. Yavaşlığı büyüler beni. Durgun bir yaşam, kimsesiz bir ada, sadece iki kişinin oynadığı bir film ilgimi çeker. Minimal hareketler ve iç dünyalarındaki çalkantılar sıkıcı değildir hem de hiç... Oğuz gelene kadar filmi izleyebildiğim kadar izledim. O gelir gelmez ara verdim. Mutfakta çay sohbeti, günümüzü anlatıp durduk, ben botlarımı gösterdim tıpkı bir çocuk gibi sevinçle, sonra sinemaa.com sitesindeki filmleri, izlediğim filmi... Tıpkı birer ayna gibi...

Yorum Gönder

 

Copyright © Kültür Sanat Blog | Powered by Blogger | Template by 54BLOGGER | Fixed by Free Blogger Templates