Sarma tütüne biraz da sigarayı bırakırız ümidiyle, Harun'da görüp özenmiştim. Tütünün tadını da sevmiştim. Atakla uyandığımda, derinlik duygumu bir an kaybettim, sanki su yatağında gibiydim, garip bişey, ben nefes aldıkça şeklimi alan bir yatakta yatar gibi hissetmiştim, bu duygu biraz korkuttu beni. Sarma tütünü o gün bıraktım. Kahve bir gün boyunca içmedim. İşten erken çıkıp eve geldim, iki saat kadar uyudum, huzurla. Beni sırtından atan uykuya özlemle inadına sarıldım.
Sürekli eleştirel gözlüklerle etrafındaki insanlara bakanları anlamıyorum. Atakla yaşamamı kabullenmemiş olan insanlar var çevremde. Önemsemiyorum. Sanki herkes zımba gibi sağlam sinirlere sahip olmalı, hassas yanları kimsenin olmamalı. Panik Atak hastası olmak bir zayıflık, hala ilaç kullanıyor olmak güçsüzlük emaresi, nasıl oldu da kurtulamadım bu ilaçlardan. Böyle olmak en fazla Oğuz'u ilgilendirir, zira gecenin bir yarısı atağımla ben başetmeye çalışırken o benden çok çaba sarfediyor, üstelik tanımadığı ve anlamakta çok zorlandığı bir duygu. Her sabah kahvaltıdan sonra içtiğim o kimyasal nesne benim zayıflık emarem, İstanbul kaosundan ürküyor olmam benim sorunum. Hoş dedim ya, bu konuda söz hakkını sadece Oğuz'a veriyorum, gerisi gerçekten umurumda değil. Panik Atakla başetmesini bilmeyen biri olmasın istiyorsa insanlar hayatlarında, hiç itirazım olmaz, rahatlıkla çekip gidebilir. Burada iyi olmamı istemenin dışında bir sinir seziyorum, asıl canımı sıkan o sinir oluyor, neden sinirlenildiğini anlamıyorum.
Bir önceki sabah beni terkisinden sinirle atan uykunun kollarından gayet güzel indim dün sabah aşağıya. Kalktım, duş aldım, sabah çok erken, uykumu almışım, atladım motora, yanıma da Raskolnikov'u aldım, söylemeyi unuttum, Suç ve Ceza, sandığım gibi zor değil, gayet akıcı, su gibi, bir filmi izler gibiyim, Sezen sırf benle oturup kitabı konuşmak için tekrar tekrar başlayıp bıraktığı kitaba yeniden başlamış, Çiğdem elindeki yarım kitapları hızla bitirip eline Suç ve Ceza'yı almış, heyecanımı çok kıskanmış, kıskanmaların böylesi çok güzel. Bir de iki kişinin birlikte yaşadığı hoş bir anıyı tadamadığı için, o anın içinde yer alamadığı için, sevdiği kişiyi bir başkasıyla paylaşmayı kabullenemediği için, yaşanılan kıskançlıklar var, işte onu pek anlamıyorum. Hayır hayır konumuz iki kişinin yaşayıp birbirini kıskandığı aşk kıskançlıkları değil, arkadaşlar arasındakinden bahsediyorum, kıskançlık derin konu, duralım.
Dün Oğuz'la pazara gittik, ne zamandır istediğim kırmızı koltuklarıma krem pikeleri nihayet aldım, pazarda sebze meyve alışverişi Oğuz'un görevi gibi, ben yanında daha çok süs gibi dolaşıyorum, ağırlığı olmayan poşetleri elime tutuşturup duruyor, böyle olunca bir işe de yaramıyor, iyisi ben fotoğraf çekeyim.
Oğuz kırmızı biber seçiyor (kelinde güneş nasıl da güzel parlıyor:) İşini o kadar ciddiye alıyor ki, bir kırmızı biber almak bu kadar uzun sürer mi diye hiç mızırdanmıyorum, pazar yeri gayet kalabalık olmasına rağmen, mekanla gayet uyum içindeyim.
Akşam eve geldiğimizde salonu toparladık Oğuz'la. Sonra yeni pikelerimizi yaydık, ben Rasko ile başbaşa kalmışken Pirinç dayanamayıp zıplıyor yanıma, tam da işte böyle, ayak ucuma... Kıvrılıp gidiyoruz yaşamın içine, krem renginde...
Yorum Gönder