Çalışmaya 18.10’a kadar devam ediyorum, pek bir şey düşünmüyorum, 18.15 gibi işyerinden ayrılıp Hafızağa Konağı'na geliyorum, konaktaki görevli derse Selimiye Camisinin bahçesinde başladıklarını söylüyor, çıkıp grubu bulmam 3-4 dakikamı almıyor, gruba katılıyorum, önümdeki hatun arkasını dönünce bir bakıyorum ayol bu bizim süslü, dersi bırakıp sarılıyoruz, Hocamız iğne yapraklılardan ladini gösteriyor, işte ağaçlar ile ilgili ne olduysa ondan sonra oluyor, bir kapı aralanıyor ağaçların dünyasında ve biz bambaşka bir dünyaya giriyoruz, Bilge Karasu’nun çok sevdiğim öykülerinden biridir Avından El Alan. Kaç defa okuduğumu bilmem, sayılar ne de olsa bilimin işi, öykülerin, öykücülerin, öykü severlerin değil. İşte bu öyküde bir kaya vardır aralanan, içine girebilenler ancak çok çok cesur olabilenler, oradan çıkmayı başarırlarsa bambaşka biri olarak hayata başlarlar, işte bu öyküde kaya nasıl aralanırsa, ağaçlar da öyle, sanki ben o kayanın içine girip çıkmışım gibi, sanki dersten önce ağaçlar böyle değildi de, sihirli bir fırça dokunup hepsine birer yüz ve mimik vermiş gibi, şimdi bak her biri farklı farklı, her birinin dalının üzerine birer ifade konuvermiş, iki saat içerisinde ağaçlara olan bakışım değişiyor, yaprağını elime alıp dokunuyor ve doğanın bıraktığı minik işaretleri okumaya değil de hecelemeye başlıyorum, öğrenmek! bir şeyi öğrenmenin verdiği pürneşeyi de anımsıyorum işte, doğa pek cilveli ve pek gizemli, öğrenmeye başlayınca sis perdesi aralanır gibi olmuyor, bilmediğinin farkındalığı perdesi iniyor insanın gözlerine, öyle ameliyatla filan gidecek cinsten değil bu perde, basbayağı inatçı, bu perdeyle yaşamasını öğrenmeli insan, öğrendikçe geçmeyeceğini bilerek, ne diyordum? ladinler, çitlembik, ceviz, dişbudak, ıhlamur, köknar, ah elbette çınar, karaağaç, akkayın, meşe ve türlü çeşitli ağaçların dünyasına giriş dersimizi Selimiye Camisinin avlusundan avköşküne kaydırıyoruz, herkes pürdikkat, pek bir hevesli, ormanda kısa bir yürüyüş, minik bir parkurda türlü çeşitli gizem, çantamda tanıştığım ağaçlardan birer merhaba yaprağı…
Dersin sonunda Süslü’yü eve bırakıyorum ve babamı görmeye gidiyorum, altında pijama, üstünde gömlek dolanıyor, bir gözü korsan, saat 21.15 ve annem elleriyle ağzıma yılın ilk kirazlarını bırakıyor, çekirdeklerini ben onun avucuna bırakıyorum ve eve dönüyorum, Oğuz eve yeni gelmiş, hemen yemeğe oturuyoruz, yemekten sonra hazinemle tanışıyor Oğuz, üzerimde tarifsiz bir heyecan. Oğuz da ben de yorgunuz, film izleyelim, ne izleyelim? Ulak. Günün finali. Uyumadan önce son anımsadığım yeni tanıştığım bir dişbudağın kollarına yerleşmişim de yukarılardan etrafı seyrediyorum, benim bulunduğum yerden manzara çok güzel ve kesinlikle yaşamaya değer...
Yorum Gönder