88.10

2000 yılı milattı benim için, üzerinden çok zaman geçti. O günler, yalnızlığın tozu dumana kattığı ve yaşamın bana sunduğu ilk okkalı dersleri aldığım günler. Ama yok konumuz bunlar değil, konumuz zor şartlarda dermeye çatmaya çalıştığım ve yalnız yaşamaya başladığım evimin en sevdiğim yeni eşyalarından biri, müzik çalarım. Üstelik cd player özelliği de var, üstelik sesin yayıldığı hoparlörleri gövdeden bağımsız ve ahşap. Elektronik bir cihazın plastikten uzak bir parçasının olması hoş, çok şık ve çok çok kullanışlı. O günlerde yataktan çıkmak için sebepler ararken, bu minik şey gelip gönlüme tıkır tıkır dokunur oldu, farkındaysan henüz dinlediğim müziklerden dahi bahsetmiyorum. Önemli olan şey, güne onunla başlamam ve zinde hareketlerim için bana yeterli sebepler veriyor olması. Müzik konusu ise benim çok iyi bildiğim bir konu değil, sebebi kulaklarım. Klasik müzik seviyorum ama çağlarını ayıramıyorum, defalarca dinlediğim bir melodinin kopya çekmeden kime ait olduğunu çıkaramıyorum, mesela Janis gibi değil benim için müzik, Janis eminim ki müziksiz yaşayamazdı, ben yaşayabilirim gibi gelir düşününce. Janis, müziği yaşamının içine alır tıpkı Oğuz gibi, ikisinin kardeş olması bana kalırsa herşeyden önce burada belli eder kendini...

Ne diyordum? O günlerde müzikçaların saat ayarı sayesinde güne başlama şeklim değişti, sabahlar eskisine oranla daha katlanılır oldu benim için, uyguladığım kapanma ayarlarıyla evden çıkma saatim geldiğinde kendi kendine kapanıp "çabuk çık! ayakkabılarını giy hadi!" komutunu verdi bana, işte bunun gibi küçük minik oyunlarla evde olduğum zamanlarda kendisi hiç susmadı, çoğunlukla da 94.9 açık durdu, o günlerde evde önemli olma halini hep korudu, yalnızlığımı aldı, birincildi.

İstanbul'da, Oğuz'la birlikte yaşamaya başladığımız diğer ev, nedense bu müzikçaları sevmedi, gözde nesnem  orada hiç varlık gösteremedi, evden ziyade bizim payımız var kabul ediyorum, yüzümüz daha çok filmlere dönük, dinlemek  istediğimiz müzikleri çalma yetkisini bilgisayarlara verdik, biraz ayıp etmişiz. Şimdi yaşadığımız eve gelince, buradaki evimiz yaşadığımız en büyük ev, müziği tek bir noktadan dinlemeye çalışmak pek mümkün değil, iyi bir yer bulmak lazım derken şifonyerin üzerinde öylece bekledi sabırla.

Hafta sonu evle ilgilendim biraz, yatakodasında yollukları kaldırdım, toz aldım, derledim topladım, nevresimleri değiştirdim, ohh mis gibi, işte bir an o çarptı gözüme, tozlanmış. Tozunu aldım, başucuma, komodinin yanında yere koydum, taktım fişe, çalışıyor. Dedim ki, radyo çalsın, iyi de Edirne'de radyo konusu sorun. Dinlemek istediğim kanalları ancak internet üzerinden dinleyebiliyorum. Ama olsun nasılsa 88.10 var. Oğuz ve ben farklı zamanlarda keşfetmişiz bu kanalı. Keşfetmemek mümkün değil gerçi, diğerleri bizim için katlanılması imkansız şeyler çalıyorlar. 88.10 yunan radyosu. Adı sanı nedir bilmiyoruz. Arada bir, bir amca çıkıp konuşuyor, çok kısa, şundan şu eseri dinliyoruz diyor ve hoop anons bitti, haydi müzik. Hep ama hep klasik. Zaman zaman ilahiler de çalınıyor, aryalar da, saat başlarında haberleri veriyorlar, yine kısacık. Yunanca konuşan birilerini dinlemeyi çok istiyorum, kulaklarıma uzak bir dil ve belki bu kadar uzak olduğu için çok da zor bir dil hissi veriyor, sanki asla o coğrafyada yaşamadan öğrenilemezmiş gibi. Burada Yunanlılara karşı nefretle bakanı hiç görmedim, komşi komşi diye sesleniyorlar birbirlerine, aksine, turist olarak geldikleri bu kentin alışverişini canlandırıyor, iyi de para bırakıp gidiyorlar, esnafla aralarında zamanla garip bağlar da kurulmuş, kapalıçarşıda dükkanı olan abimin devamlı müşterileri var, her edirneye geldiklerinde kahve içmeye abime uğrayanlar var, ortak bir dilleri neredeyse yok, ama yığınla şey anlatıyorlar birbirlerine, bunca şeyi nasıl anlatıyorlar? Sanki gönüller yakın olunca kelimelerin gücü ve gerekliliği burada bitiyor...

Dün sabah uyandım, radyoyu açtım, yüzümü yıkadım, yatağı topladım, örtüsünü serdim, üzerine yastıkları yerleştirdim, radyo mırıl mırıl, içimden "şu an Oğuz'da yolda bunu dinliyor" düşüncesi geçti, garip bir mutlulukla sarıp sarmalandım...

Yorum Gönder

 

Copyright © Kültür Sanat Blog | Powered by Blogger | Template by 54BLOGGER | Fixed by Free Blogger Templates