Morali biraz bozuk bir kediyim bugünlerde. Ne oldu diye sorsa biri mesela, "hiç" derim. Kafamda irili ufaklı bir yığın düşünce. Bugün anneme "bu vicdan azabını ölene kadar taşıyacağım" dedim. Vicdan azabı illetin bir biçimi, bi kere sarılmasın boynuna bir fular gibi, yahut sırtına işlenmiş bir dövme gibi, derini parçala, çıkmaz, başetmenin bir yolunu bulacaksın artık. Başarabilirsen o da...
Dün akşam uykuya dalmadan önce nereden geldiyse aklıma, iki koyun sürüsünü hayalimde karşı karşıya getirdim, çobanları da yanıbaşlarında, koyunların hepsi birbirine benziyor ya, çobanlar birbirine karışan sürüyü ayırmaya çalışıyor, arada yanlış sürüye karışan kuzular var, acaba o kuzular yanlış sürünün içinde olduklarını farkederler mi? Aslında tam da anlatamadım ne demek istediğimi. Başlıkta da belirttim ya, tembel bir patlıcanım ben bugünlerde. Yazmaya, okumaya üşenen hallerdeyim. Kuzu meselesini daha sonra anlatmayı deneyeceğim. Şimdilik bu konuyu geçelim.
Dün akşam, kocaman bir kase mısır patlattım. Hayır film izlemedik. Üçlü kanepemize kurulup kitap okuduk, Oğuz jazz ağırlıklı bir liste yaptı dinlemek için. Salonda Nina Simone dinlerken biz, İsmail Müyesser'i bıçaklıyordu.*
Günler biraz böyle geçiyor işte. Nasıl olup bittiğini de pek bilmeden...
* Murat Uyurkulak'ın Tol romanını okuyorum. Şiddetle tavsiye ediyorum.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Yorum Gönder